HAMSI ON BOARD

15 Temmuz 2011 Cuma

İLİŞKİLER NEDEN Mİ BİTER?

İki taraf içinde söylüyorum bunu...


Şimdi kimi insanlar sanıyor ki biz onların kara kaşına kara gözüne ya da başka herhangi birşeyine aşığız...Ama öyle olmuyor işte...Bu yanılgının sonu ayrılık...Çünkü maddesel aşk madde değişmediği için bitmez ama aşk maddesel değildir...Biz sizin kişiliğinize aşığız...Ve kişiliksizlik ortaya çıkınca aşık olacak pek birşey kalmıyor... Yani saçınızı yapmaya ayırdığınız 10 dakikayı olumlu ve sevecen olmaya ayırın...Kıyafetlerinizi ütülemeyin demiyorum ama arada bir de yüreğinizi ütüleyin...Dolabınız düzensiz olsa da duygularınız ve bakış açılarınız düzenli olsun...Güzel yemek yapmayı tabiki öğrenin ama karşınızdakinin yüreğini doyurmak daha kolay...Ve en önemlisi...Bir insanın yapabileceği en büyük hata karşısındakinin ona tipi,standartları veya parası için aşık olduğunu düşünmesidir...Eğer karşınızdakinin size gerçekten aşık olduğunu düşünüyorsanız nedeni asla bunlar değildir...Siz sinizdir...Olduğunuz şey...Ve olduğunuz gibi olduğunuzda kaybedecek bir siz varsınızdır...Ama eğer kişiliğiniz yoksa kaybedecek bir siz er ya da geç olmayacaktır...

14 Temmuz 2011 Perşembe

NLP hayatlarınızı mı klonluyor?

Korkunç bir şekilde şu an farkettim ki, dünyanın sonu geliyor…
birer birer birbirnin aynı oluyor insanlar.
robotlaşmaya başladı kollarımız bacaklarımız… yüreğimizin yarısı…
bu gün nlp diye daha önce bi şekilde keşfettiğim birşeyi inceledim…
kısaca şöyle anlatayım;
^^NLP, yaşamımızda üzerinde düşünmeden, otomatik olarak gerçekleştirmiş olduğumuz algılama, düşünme ve davranış süreçlerini, bilinçli hale getirme ve geliştirmede etkin olarak kullanılan bir yöntemdir.
Öncelikle İnsan dediğin anlık süreçlerde yaptıklarıyla var olur çünkü fiziksel yapısı gereği (kalbe sahip olduğundan) düşünmeden hareket etmesi ya da planlamadan programlamadan gönlünce yaşayabilmesi çok doğaldır.
^^NLP’nin altyapısını, insanların çevrelerini nasıl algılayıp ne şekilde tepki gösterdikleri, nasıl iletişim kurdukları ve davranış kalıpları üzerinde yapılan araştırmalar oluşturur.
Tüme varım bence insanlar için kulanılabilecek en kötü bilimsel yöntemdir. Milyonlarca insanın aynı olaya vereceği milyonlarca değişken tepki vardır…
^^NLP de bu tür araştırmalar özellikle kendi alanlarında çok başarılı olan insanların stratejileri üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Buna NLP de “Modelleme” (Modelling) denir ve günümüzde hızlı öğrenme “Accelerated Learning” in önemli bir parçasıdır.
Toplumda başarılı olan insanlardan birşeyler öğrenebilmek kesinlikle insanın yaşantısı için güzel bir fırsattır, ancak bunlardan bir kalıp (model) çıkartarak model insan oluşturmak ve insanların kimine küçük kimine büyük gelecek bu kıyafetlerin içine girmesi büyük bir hata olabilir.
^^Neuro ile; insanların görme, işitme, hissetme, koklama ve tatma duyuları ve bu duyuların yönetildiği beyin ve sinir sistemi vurgulanır.
Linguistic ile; yaşam deneyimlerinin dil vasıtası ile kodlanması, dilin deneyim edinme ve değişim süreçlerindeki etkisi vurgulanır.
Programming ile arzu edilen değişiklikleri gerçekleştirmek üzere, duygu, düşünce ve davranışlarımız üzerinde, bilinçli veya bilinçdışı akıl yardımıyla yapılan yeniden düzenleme biçimi vurgulanmaktadır.
Milyonlarca yıldan beri insanlar kendilerini, mağara duvarlarına yaptıkları resimlerle,hiyerogliflerle,çivi yazılarıyla ifade edebildikleri gibi bu gün 6.000 farklı dille ifade ediyorlar… Başarının sırlarını öğrenmek,sadece kendi hatalarımızdan değil karşımızdakinin hatalarından da ders almak bize hayatta hem vakit kazandırır hemde bilgelik… Ancak unutulmaması gereken, İnsanı insan yapanın parmak izi gibi eşsiz bireysel düşünme gücü ve davranış çeşitliliğidir… Bütün insanlar, gördükleri ,işittikleri,tattıkları olguları dil vasıtası ile aynı kodlarsa robotlardan bir farkımız kalmaz…
Tattığım elmayı onlarca farklı şekilde anlatabilirim… önemli olan hangisinin daha doğru olduğu değil, en ufağından en büyüğüne bana neler hissettirdiği….

Dalmak nasıl birşey?

Yerçekimi olmadan havada asılı kalmanın nasıl bir duygu olduğunu hiç merak ettiniz mi?
etrafınız masmavi...nemli...serin...
Bunu yapabileceğiniz tek yer sualtı...Uçmak böyle birşey...Hafif,keyifli manzara süper...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Türkiye'yi bölse bölse Futbol Böler

Baktık Türk Milleti Alt Kimlik Üst Kimlik Bölünmedi...Terör Dedik Bölünmedi...Sağcı-Solcu dedik yine bölünmedi...Üniversiteli çocukları coşturduk bölünmedi,Doğuyu aç bıraktık Batıyı doyurduk yine bölünmedi...biri yesin biri baksın kıyamet bundan kopsun dedik yine kıyamet kopmadı...Hadi son bir çabayla bir siyasi parti kuralım diktatörlük yapsın elbet biri ses çıkarır bölünür dedik yine bölünmedi...Tam ümiterimiz yıkılmışken düşündük taşındık karar verdik Futbol söz konusu oldu mu akan sular duruyor bu memlekette... En temizi...Hepimiz birbirimize girdik...Onca yıl herşeyimizi aldılar sesimiz çıkmadı Futbolumuzu aldılar göstermediğimiz tepki kalmadı...Bukadar basitti işte yıllarca boşuna düşünüp fazla ciddiye almışız biz bu Türk Milletini...Meğer bukadar basitmiş birbirine dşürmek bu Milleti...

10 Temmuz 2011 Pazar

Ey Sokağa Dökülen Fenerbahçe Taraftarları

Ey....Kendi sesleri olan Gazetecileri, Onları yetiştiren Rektörleri, Yıllarca koruyan Komutanları, Gözlerini açan Yazarları içeri alındığında evinden izleyip de, Kulüp Başkanları içeri alındığında sokağa dökülen Fenerbahçe taraftarları size sesleniyorum!!! Memleketi sattılar,düşüncenizi hapsettiler zorunuza gitmedi de Spor kulübünüzün başkanı hapsedildi bu mu zorunuza gitti???

İç Ses

Evet çok geziyorum,kıçımın üstüne oturamıyorum, her gün dışardayım ,hiç bişey yoksa kahve içmek için dışarı çıkıyorum amaç sokağa çıkmak… çünkü 4 duvar arasında kendimle kaldımmı düşünecek çok şey var…düşünmek istemediğimi söylemişmiydim??? karmaşıklığımın farkında olmak istemiyorum… hele hele karmaşıklığımı ve içsesimle olan kavgalarımı kendime itiraf etmek de istemiyorum… sokakta insanlar bastırıyor içsesimin sesini…dikkatimi dağıtıyor gezmek,tozmak…düşünecek vaktin olmuyor gülmeye çalışmaktan ki başarılıyımdır bu konuda…gülerimde güldürürümde çok sağlam…bak az öncede söyledim gülüp güldürebilirken neden düşünmeye vakit ayırayım ki kendimle kalıp…yanlız olmaktan falan korktuğumda yok benim… severim yanlızlığı sakın böyle düşünmeyin… severim ama benim benden çok konuşan bir iç sesim var hiiç susmaz… anahtarı takıp kapıyı açarım kapandığı anda, daha bi dur yaa bağcıklarımı çözeyim yok olmazzzz başlar dır dır dır iç sesim…merak ederim az önce birlikte olduğum arkadaşlarım şimdi ne yapıyor,oturup bütün günü baştan alır içsesim,pisliktirde yargılar da acımasızca,yüzüme yüzüme çarpar yanlış yapmışsam ;he bu arada yanlış yapma kapasitesi bayaa büyük bir insanım… off o günden alır taaa seneler öncesine götürür muhabbeti,hele birde o gün takılacağım bi laf etmişse biri… ben farketmem ama içsesim farkeder… bu, bu demek der… ya bi sus derim… susmazzzzz… beş saat konuşur ama bu da demek olabilir diye… birde hiç bişeyi unutmaz pişirir ısıtır her seferinde aynı yemek… atsan atılmaz satsan satılmaz iç ses işte…susturamam…kafamı yastığa koymak isterim ama koyamam o zaman daha çok çıkıyor sesi, sanırım zoruna gidiyor dinlemek istememem…bu yüzden gezerim… sokağın sesi bastırır içsesimi… ışıklar,muhabbet,gülüşmeler…saatler boyu susar iç sesim…bu yüzden göz kapaklarım ağırlaşmadan uyuyamam zorlamayın…daha ağır olana kadar gözkapaklarım iç sesimden…her gün birbirinin aynı gibidir sanki… gez,toz,iç,ses,uyu….

Sana

Boşver be canım… üzülme insanlar böyle diye ,geçer bak herkes aynı değildir…herşey sıkmaz insanı sende bir gün mutlu olursun ,illaki herkes mutlu olacak günü geldimi… beklemek lazım o günü… illaki dokunacak ellerin iki yumuşak narin ele…bir gün görecek gözlerin başka gözlerin derinliklerini… gün gelecek dudakların öpecek aşktan ıslanmış dudakları üzülme göğsün titreyecek kalbin çarpacak günü gelince…
Vaz geçtim aslında kandırma kendini… üzülebilirsin hatta ağla ve lanet et… zamanında değerini bilmeyenlere lanet et…her mutluluğun sonunda bir üzüntü olduğunu düşünmeni sağlayanlara avazın çıktığı kadar bağır… sana uzanan eller her an geri çekilecek diye korkmana neden olanlara lanet et…inemediğin iiçin karşındaki gözlerin derinliklerine suçla kimse suçlanması gereken.. artık dudaklar aşktan ıslanmadığı için kızabilrsin hatta… hiç öyle boşuna heveslenme masallarda oluyor o gözlerini kapattığında hayalini kurdukların… hayal kurmak başarmanın yarısı falanda değildir… kimse anlamaz seni senden başka…millet varsa yoksa şekil derdinde… paranın pulun ortamların mutluluğu olmuş mutluluklar… insanlar en az filmlerdeki aşklar kadar yalan…kendine itiraf edemez olmuş insanlar kendilerini…
Sen sen ol… boş hayallere kapılma…dinlemede teselli edersem şayet seni… yaşlayacaklarımız yaşadıklarımızdan çok daha acı…ama sona vardığında…hayatı vişne votka tadında yaşayanlardan daha huzurlu olacaksın… mutlu ol ki en azından kafanı yastığa huzurla koyabiliyorsun

Eskici

“Bir çapkına yangınım…Her yanı bilsen ne hoş…
Neşesine baygınım… Sarhoşum Sarhoş…”
Moda’nın ara sokaklarındaki  ikinci kattaki bir evin açık penceresinden süzülüyordu sokağa…Belliki taş plaktan çalınıyordu…Taş plaklar bir yana  Kasetlerin bile tarihin tozlu sayfalarına ve Orhan Veli’nin şiirLerine gömüldüğü bir senede tam da Moda’dan geçerken duymak bu ezgileri; bir anda Kadıköy’ün dikenli bileklik takan bembeyaz tenli kızlarını,simsiyah giyinmiş kovboy çizmeli sürmeli erkeklerini gözümde, şemsiyeli yanakları al al olmuş lüle saçlı hanımefendilerle, kafasında fötr şapkası,takım elbisesi en az ayakkabıları kadar gıcır,dudağının üzerindeki bıyığı itina ile taranmış belliki minik bakır bir şişeden çıkarılan parfümle süslenmiş beyefendilere dönüştürdü…O an çok yanlış bir tarihte doğduğumu farkettim…Uzay gemileriyle seyahatlere çıkıp bekar gezegen turları yapıp her gezegende bir sevgili edinmek için çok erken,Bir çapkına vurulup,hurmayı dalından kopartmak,üzerinde eski istanbul resmi olan lokum kutusuyla istenmeye gelip miss kokan türk kahveleri yapmak içinse çok geç…Eskiye özlemin,yeniye özentinin tam ortasında doğmuş olmanın verdiği burukluk vardı içimde… Fes’in ve işlemeli tül mendillerin öğrencilerin yılsonu müsamerelerinde kostüm partisine dönüşmesinin,moda diye aynı papuçları giyinen bir eminönü vapuru dolusu insanın ortasında kalmak istemedim hiç bir zaman…64 model beyaz şöyle kırmızı da deri koltukları olan bir Chevrolet ile kaçmak isterdim ortasında kaldığım herşeyden…
    Sokağın sonuna kadar yürüdüm kulağımda taş plağın sesi yankılana yankılana… yavaş ilerliyordum ki son dizelerinide dinleyebileyim şarkının…
“Gözümde bir ışık var…Peşimde bin aşık var…
Dudağımda mey mi var? Sarhoşum Sarhoş…”
Şarkılar da benim kadar karışıktı…Daha İki -üç saat önce bütün sokaklarda yankılanan sert gitar sesleri ve batı müziğini şimdi sabahın erken saatLerinde bir gramofonda çalan Sarhoşluğu bile tatlı melodiler kesmekteydi…Aradaki fark buydu belki… Akşama kadar uyuyan akşam ise şarkı söyleyemeyecek kadar sarhoş olan kimi zaman bangır bangır müziği duyduğunu zanneden ama duyduğu cızırtıdan başka hiçbirşey olmayan bir genç erkek, Sabah ezanıyla uyanıp,sardunyalarını sulayıp kedilerine ılıştırılmış süt veren ve gazetesini okumaya başlamadan önce bir iki plaklık arşivinden plak seçen bir anneanne… Ben Sarkı söyleyemeyecek kadar sarhoş olmak için  çok erken, sarhoş olunca şarkı bestelemek içinde çok geç doğmuşum… Ne cızırtı seven erkek çocuğu ne sardunya koklayan anneanne… Ben olsam olsam Eskici olur muşum…
Orhan Veli’nin dediği gibi
“Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum”

En Son Ne Zaman Haksız Oldunuz?

Haftanın belli günlerinde,günün çeşitli saatlerinde…
karşımıza onlarca seçenek,yüzlerce karar,binlerce soru çıkar.
Sürekli kendimizi ifade etmeye,seçmeye,cevap bulmaya çalışırız
sorun şu ki…
en son ne zaman haksız olduk?
Verdiğimiz kararların doğruluğunu ailemize kabullendirmeye çalışırız,ailemiz bize yanlış olduğunu kabullendirmeye…
Sorulan sorulara en doğru cevapları vermeye çalışırız,kimi zaman arkadaşlarımızla tartışırız bu konular üstünde…
Hoşumuza gitmeyen olaylar için bahaneler uydururuz mesela…Siyaseti tartışırız,bilimi,bulmacada ki cevapları…
Evrimi tartışırız,İnsan maymundan mı gelir primattan mı? maymunda bir primatsa insan primat mıdır?
Peki Ademle Havva kim???
Yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan?
Kurban bayramına karşıyım!
-Vejeteryan mısın???
Bir saniye durup düşündünüz mü en son hangi tartışmada haksız olduğunuzu kabul ettiniz???
karşınızdakinin daha mantıklı düşünmüş olabileceğini???
ya da onu boş verin
en son hangi tartışmada hakız olabileceğiniz aklınızın ucundan geçti???
sorunun cevabı çoğunuz için uzaklarda olabilir…
bu durumda aklınıza getirmeniz gereken şey tam olarak şu…
kaç yaşındayım? hayatın neresindeyim? bu dünya daki ömrümüz herşeyi bilmemize yetecek kadar uzun mu?
sürekli haklı olma ihtimalim nedir?
bir saniyeliğine verdiğiniz cevaplarıda analiz ettikten sonra tartışırken düşünün
karşı tarafın haklı olduğu dünyayı sevebilir miyim???

Sirk

Küçüktüm,
Öyle doktor,itfayeci,veteriner olmak gibi hayallerim yoktu…
Sirke katılmak istiyordum…
Aslan terbiyecisi kavramı pek hoş geliyordu demekki o zamanlar…
Abimin “ne olarak katılacaksın maymun mu?” sözleri hala kulaklarımda çınlar…
güleceksiniz ama gerçekten en büyük isteğimdi sirke katılmak…
İçimdeki sirk sevgisi o dönemlerden kalmış olacak ki; hayatımın her köşesini sirke çevirmek için çaba sarfetmişim yıllarca…
Şimdi kapının dışına çıkıp eşikten baktığımda o yüzden bir sirk görüyorum sürekli…
Trapezciler,ilüzyonistler,pamuk helvacılar,pandomimciler,palyaçolar…
ben mi hayatı bir karnavala çevirdim yoksa hayat benden bağımsız bir karnaval mı bilemedim…
Şayet ben çevirdiysem…
Geri almak istiyorum…
Sadece renkli çadırları kalsın karnavalın…Çocukların bindiği ponyler yeter bana bir sirk için…
Ama benden önce de böyleydiyse hayat…
Müdürü çağırın bana…
Tuzlanmış yosun kokusu gelirken burnuna,
Adalara karşı bir günbatımındaydı gözleri…
Sarma sigarası dudaklarının arasında, kanseri ciğerlerine çekercesine çekiyordu dumanını içeri…
Oysaki  elmalı nargile yanına ada çayı gibiydi hayat onun için…
Yani hayattan bıkmışlığın değil, isyankarlığın tohumları vardı içinde…
Ucundan tutuşturulmuş  tütsü gibi tükenen hayatın, sandal ağacı kokusu içinde kaybediyordu kendini…
O zaten hep mutlu görünürken üzgündü,yaşam sevinci mutsuzluklarının arkasına saklanırdı…
Cennet bahçelerinde ki hurmalarda değildi gözü…

Yemin falan etmeyin siz

“Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla hoşgörebiliriz. Yaşamdaki asıl trajedi ;yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.”PLATO M.Ö. 427-347
Asıl Trajedi budur işte!!!
M.ö 347′den bu güne hiçbirşeyin değişmemiş olması!!!
yıl 2011
Televiyon,radyo,laptop,netbook,ipad,gazete,kuşe kağıda basılı dergi,
hiçbirşey siyah beyaz değil artık…
Gözününüzün içine sokuyorlar olan biteni…
Yok ben bilmiyordum,yok ben cahilim,yok kızım ne anlayayım,yok duymadım görmedim…
Sökmez artık…
Sizin artık cahil olmaya hakkınız yok!
SENİN (!) Hatip Dicle’nin millet vekilliği düşerse barış biter deme hakkın yok!!!
SENİN (!) İnterneti yasaklama hakkın yok!!!
SENİN (!) Biz kendi dilimizi konuşmak kendi bayrağımızı dalgalandırmak deme hakkın yok!!!
SENİN (!) Kılık kıyafet kanununu çiğnemeye hakkın yok!!!
SENİN (!) Kimseyi savaşla tehtid etmeye hakkın yok!!!
SENİN (!) Beyoğlunda ki koltuklara karışma hakkın yok!!!
HELE SENİN (!) Okula giden çocukların İstiklal Marşını,Milli birlik beraberlik duygusunu elinden almaya hiç hakkın yok…
Neden mi?
Çünkü öğrenebileceğin birsürü yer var!
Bağımsızlık mücadelesini,dedelerinin döktüğü kanları,ülkenin her karışının birlikte verdiği milli mücadeleyi,tek bir bayrak altında tek bir dil ile ırk,din,dil gözetmeden tek bir millet olalım diye,güven ve huzur içinde Tam bağımsız Türkiye olalım diye bebeğinden yaşlısına herkesin verdiği çabaları öğrenebileceğin anlayabileceğin birsürü seçenek var!!!
1923!!!
Bir gün; aynı ülkede,aynı topraktan çıkan buğdayı paylaştığınız,aynı derelerde çamaşır yıkadığınız insanlarla aranızdaki ideoloji farkına karşı değil,sizin topraklarınızda size köle muamelesi yapıp,sizin değil sadece organlarınızın ve çocuklarınızın onlar için değerli olduğu güçlere karşı Bağımsızlık mücadelesi verirken işte hatırlayacağınız tek şey bu olacak!!!
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

Radyoaktif Türkiye

Ben yine merak ediyorum,
Merak etmekten kendimi alamıyorum…
Yanlış hatırlamıyorsam ki hatırlamıyorum, 22 Temmuz 2004 de bir hızlı tren yapmıştık!!! Hani eksik kalmamalıydık ya…
Milletin hızlı treni var bizim neden olmasın mantığıyla yola çıkan bir çılgın projeydi sanırım…
sonucunu hatırlayan var mı???
Hemen söyleyeyim ; İstanbul-Haydarpaşa’dan perşembe saat 18:00′de hareket eden ve İstanbul-Ankara seferini yapan HIZLANDIRILMIŞ(!) tren lokomotifin, 4 yolcu vagonu ve 1 restoran vagonu akşam saat 19:45′te Sakarya’nın pamukova ilçesi Osmaneli-Mekece istasyonu yakınlarında raydan çıkması sonucu 37 kişi yaşamını yitirdi…
Şimdi yine O’nlarda var bizde neden olmasın diye yeni çılgın projeler geliştirdik…
Çok eksiğiz ya Nükleer Santral kuracağız…
Ne de olsa bir zararı yok evimizde aygaz da patlasa aynı hikaye… Korkutucu olan ise tehlikenin bilincinde olmak ancak biz Türküz bize birşey olmaz mantığıyla “Ne var canım zaten dikkatli olduk muydu patlamaz” diye düşünmemiz… 
Benim kaçırdığım bir nokta varsa lütfen söyleyin…
Hadi Çernobil’i geçtim Fukuşima’da olanlar kimin hatasıydı??? 
Kimsenin hatası değildi… Dünya’nın oluşumunun hatasıydı… DEPREMin!!!
Türkiye gibi deprem kuşağında olan bir ülkede bu nükleer sevdası niye? Hadi onu geçtim… HES’lerine  doğru düzgün bakamayan hükümet,hızlı treni makinistin hızlı kullandığını zannedip “bundan sonra bizim de hızlı trenimiz var veriyon gazı gidiyor makinistler de formüla pistinde eğitim aldı” zihniyetiyle hızlandırılmış trenle facia yaşayan hükümet,iki sınavı bile becerip yapamayan hükümet hangi teknoloji ve hangi özgüvenle Nükleer Santral kurma kararı alıyor???
Siz bu hükümetin eline nükleer santrali geçtim güvenip de kibrit verir misiniz???
Ve lütfen birkez olsun kendinizi değil çocuklarınızı düşünün!!!

İleri Demokrasi Sahibi İkiyüzlü Millet

leri Demokrasi Geri İller !!!
Anlayamadığım binbir noktanın içinde öncelikle şuna takıldım…KPSS,ÖSS gibi basit sınavları beceremeyen deyimi yerindese “içine eden” hükümet 70 milyon’un %87′sinin katıldığı,oy pusulalarının kadınların çantasından fışkırıp,otoyollardan toplandığı genel seçimi nasıl becerir…Hem de sandık kapandıktan 1 saat 30 dk sonra neredeyse yarısını açıklayarak???
Otokrasi’nin Demokrasi ile karıştırıldığı ancak adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu ülke de Cumhuriyete sahip çıkmak bukadar zor muydu aceba? Yoksa sadece Futbol takımı tutar gibi parti tutmaktan vazgeçip milletimizin vekilini seçtiğimizin bilincinde olmak mı gerekirdi?Her iki kişiden birinin neye niye oy verdiğini bilmemesi daha nelere yol açacak kim bilebilir ki?
Yanlış anlaşılmasın eleştirdiğim siyasi partiler değil…Eleştirdiğim Sizsiniz…T.C vatandaşı olup Oy kullanma hakkına sahip her 2 kişiden 1′ini eleştiriyorum!!! Ve soruyorum hepinize…
Atatürk Bursa Nutku’nu boşuna mı yazdı BURSA???
Bağımsızlık Mücadelesi Tuncelide mi başladı  SAMSUN???
Atatürk, 1924 yılında çıktığı “sonbahar yurt gezisi” sırasında nerede Kaldı RİZE???
Atatürk “Bende bu vakayiin ilk hissi teşebbüsü, bu memlekette, bu güzel Adana’da doğmuştur.” cümlesini hangi şehir için kurmuştur ADANA???
“Asker cephede açken ben bu nefis yemekleri yiyemem” Dediği sıralar da Atatürk Hangi Şehirde oturuordu DİYARBAKIR???
Ya sen ÇANAKKALE? Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir! diye atıp tutmak bu kadar kolay mıydı? Nekadar çabuk unuttun Kurtuluş savaşını!!!
“Evlat müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!” ” Taaa 1919′dan beri söyleniyor hala kafan almıyor mu SİVAS???
Ya sen Trabzon? Memleketim olduğundan büyük acım! Mustafa Kemal Atatürk tüm mal varlığını canından çok sevdiği Türk ulusuna bağışlama kararını nerede verdi TRABZON? Ve bunu nereden tüm Türk Halkına duyurdu? 
Daha saymaya gerek var mı bilmiyorum!!!
LEYLA ZANA’nın millet vekili,VEYSEL EROĞLU’nun çevre bakanı,HÜSEYİN ÜZMEZ’in Avukat,NİMET ÇUBUKÇU’nun Milli Eğitim Bakanı,ORHAN ÇEKER’in Profesör olduğu bir topluma hiçbirşeyi yasaklamanıza gerek yoktur şayet o toplum zaten ne yasak zihniyetini anlayacak kadar akıllı ne de yasakladığınız şeyden mahrum kalmaktan geleceği adına üzüntü duyacak kadar kültürlüdür!!!
Bu MİLLETİN elinden değil HAYDAR’ını Cumhuriyetini alsanız sesi çıkmaz!!! Çoktan ihanet etmiş birkere!!!
Ama sen rahat uyumaya çalış ATA’M!!! Yine de biryerlerde bizim gibi Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil KANda dolaşan gençler var ve bir gün yeniden bir kurtuluş mücadelesine girdiğimizde yıllar önce gezdiğin ama bu gün CUMHURİYETE sırtını dönen iller HATIRLAYACAK Senin Kudret ve Adaletini!!!

7 Temmuz 2011 Perşembe

Birçok Sorumuzun Cevabı Burda

Bu gün Hepimizin bildiği ama nadir zamanlarda hatırladığı birşey var aklımda… Kimizaman söylemek istediğmiz şeyler vardır… Düşünürüz,bekleriz…Zamanı vardır söyleneceklerin, Doğru anı bekleriz…Erteleriz…Unuturuz…Ya da araya işler sokarız… Hesaba katmadığımız bir nokta vardır…Ya söylemek istediklerimizi söylemek için bir gün çok geç olursa? Daha kötüsü,asla söyleyemezssek hissettiklerimizi? An’ı beklerken bulunduğumuz an’ı da kaybedersek? Herşeyin bir zamanı vardır… hissettiğimiz güzel şeyleri söylemenin zamanı tam olarak hissettiğimiz anlardır…Bir adım ötemizi bilmezken neden içimizde saklarız sevinçleri,huzuru,aşkı,şevkati? neden bırakmayız başkalarınında içini ısıtsın bizimkini ısıttığı gibi? Nedir zamanını beklemeye zorlayan bizleri? Günler birbirini kovalar ve herşey değişirmiş gibi görünsede aslında aynı kalırken nedir bize ertesi günün güvencesini veren? İçinizdekileri söylemeden bir ömür yaşayabilecek kadar cesur musunuz? Öfkemizi,Kıskançlığımızı ve Üzüntümüzü kolayca anlatabilirken,haykırabilirken neden bukadar zor çıkar ağzımızdan sevgi sözcükleri… Birini Düşünmeden kırıp incitebilirken neden günlerce,aylarca hatta yıllarca bekleyebilir yürek ısıtacak sözcükler? Sizce Hayat pişmanlıklarınızla yaşayabileceğiniz kadar kısa mı? Yapmayı planladıklarınızı bir gün yapabileceğiniz kadar uzun? Size nekadar vaktiniz var diye sormuyorum… Sadece düşünün… Karşınızdakinin nekadar vakti olduğunu asla bilemezsiniz…

SAROS YAPAY RESİF

Saros’da Büyük Sualtı Projesi Başladı
Yıllardır Saros’da; Saros’un çeşitli bölgelerinde dalıyoruz.
“Çanakkale, Eceabat, Kabatepe, Kömür Limanı, Güneyli sahili, Sazlıdere, Üçadalar, İbrice, Uzun kum, Yayla ve Enez’e” kadar körfezin tüm kıyılarında.
Tüm Türkiye’den her yıl binlerce dalıcı geliyor bu körfezin sualtı güzelliklerini görmek için …
Kimimiz keyfimiz, sualtına olan sevdamız için dalıyoruz. Kimimiz ise bu sevdadan para kazanmak için…
Hiç düşündük mü acaba bu dalış özgürlüğünü bizlere kimler ve nasıl verdiler diye…
Dünyaya ibret olan, örnek bir Ulusal kurtuluş mücadelesinde, verilen binlerce şehit kanı sayesinde bu sevdamızı gerçekleştiriyoruz.
Bir başka konu ise ;
Saros körfezi ülkemizin yaşayan tek iç denizi. Neredeyse doğal bir akvaryum. İçinde yaşayan canlı çeşidi ülkemizde hiçbir denizde olmadığı kadar bir çeşitlilik içeriyor.
Jacques-Yves Cousteau bir kitabında “Dünyada eşi olmayan bir yer” diye kaleme aldığı muhteşem bir deniz. Ancak her geçen gün pek çok nedenden doğal habitatların yok olduğu bir gerçek. 10 yıl önce zevkle dalıp, pek çok canlıyı bir arada gördüğümüz dalış noktaları artık sadece ıslanmak için girdiğimiz bir suya dönüştüğü de bir başka gerçek.
Devlet olarak Saros körfezinin korunması kararı gündemde. Neden biz sualtıcılar olarakta bu programın bir yerinde durmayalım.
Projemiz dört ana başlık içinde toplanmıştır.
1- Yapay resifler; Doğal habitatların korunması ve yerel balıkçılığın geliştirilmesi.
2- Askeri gemi ve uçak batıkları ; Tarihimizin kayıtlı ve tarihsel değeri olan batık savaş gemilerimizin sembolik isimlerini vererek onları yaşatmak ve gerek yerli ve yabancı
dalış turizminine yeni dalış noktaları kazandırmak,gereksede sualtı canlılarına yeni yuvalanma alanları yaratmak;
3- Ulusal kurtuluş mücadelemizin en önemli savaşlarından birisinin verildiği Çanakkale savaşlarını açık ve kapalı alanlarda sualtında yaşatmak,
4– Saros bölgesine özgü olan soğuk su mercanlarının gelişimini ve üremesini sağlayacak mercan resiflerinin oluşturulması.
Bu ütopyamızın gerçekleşmesi için bize sahip çıkan ve destek veren Edirne valiliği, ESTAB başkanı ve aynı zamanda Keşan Belediye Başkanı sayın Mehmet ÖZCAN beye ve sualtı camiasının yakından tanıdığı profesyonel dalış ve can kurtaran eğitmeni Savaş YAPMAN’a tüm sualtı gönüllüleri adına teşekkür etmek gerekir.
Onlar bize fırsat verdi, bizlerde en güzelini gerçekleştirip şanlı tarihimizi sualtında ölümsüzleştirecek, Saros’ un doğal habitatlarını koruyacak ve geliştireceğiz.
Daha geniş bilgi için…
http://www.sarosyapayresif.com/1/

DHFşskj

LKDJLİksyjndSV