HAMSI ON BOARD

3 Aralık 2012 Pazartesi

BİNBİR

Gökten 3 elma düştü...

Biri Sana,Biri Bana,Biri O'na

Hepimiz kendi elmamızı aldık tüm şartlar eşit gibi görünmesede aslında eşit...
 Eşitliği bozan kısım elmalarla ne yapacağımız,
birimiz reçel,birimiz turta,birimiz ara öğün yapacak birimiz ise bir ısırık alıp bırakacak...
hangisinin doğru olduğnu düşünmenin de bir anlamı yok... hepsi doğru ve hepsi yanlış...
herkesin elması kendine değil mi?
Pazardan alacağız bin tane Ev'e döneceğiz Bir tane!
zaten eve gelince "ay bunları da boşuna taşımışız" falan gibi düşünürüz belki...
Bazen; Bir, Bin'den çok ifade edebilir...
Hatta Bir'i bulmadan Bin'le tatmin olamama olasılığı da yüksektir...






30 Kasım 2012 Cuma

Resume Game

Bu gün birkaç kere blog yazmayı denedim,
Birtanesinde sonuna kadar bile gelmiş olabilirim...

Biri 
"Cennet Cennet dedikleri birkaç köşk birkaç huri,
Dileyene ver onları; Bana Seni gerek Seni..."
ile başlıyor...

Diğeri ise;

"Playstation oyunlarındaki "Try Again"  "Resume Game" "Quit" seçenekleriyle bize birşey mi anlatmak istiyorlar?"

Sonra vaz geçtim ikisinden de...

"İyi ki vazgeçmişsin bu ne böyle yahu?" dediğini duyar gibiyim...
eskiden olsa böyle demeyin  diye çabalardım ama artık pek umursamıyorum bu durumu...
Hayatta herşeyi önce kendin için yapmak güzeldir...
ben de yeni anladım...
Her şeyi başkaları için yapmamızı fedakarlık sanmak da şahane bir egodur...
Çünkü;  "başkaları bizi sevsin,birileri mutlu olsun ki biz de mutlu olalım,benden önce o gelir..."
kelimelerin ve düşünecelerin ardına gizli duygular...
altlarında hep daha çok sevilme isteği,saygı görme isteği,karşılık bekleme durumları...
peki neyin eksikliği???
kendimize duyamadığımız saygı ve sevginin...
böylece kimsenin bizi sevmesini istememize gerek kalmaz...
kimsenin bize saygı duymasını istememize de...

Akşam olup Evimize gittiğimizde...Zaten saygı ve sevgiyle kucak kucağayız...
sadece bunu her an kendimizde hissedemediğimiz için başkalarında arıyoruz...
kendimize açken başkasıyla nasıl doyarız ki?
mümkün mü bu?

Bu arada bu gerçekten bir sorudur cevabı olan varsa hayli merak ediyorum...



14 Kasım 2012 Çarşamba

Orfoz Wanted Dead Or Alive

Sayın Gökhan Karakaş nadiren yapılan birşeyi; kendine ve bize iyilik yapıp; yıllardır çözülemeyen ve kısır döngü haline gelen bir tartışmayı artık görmekten sıkıldığımız için özel olarak konuşma ihtiyacı duymuş belli ki...Keşke bıraksaydık öyle kalsaydı...Bu didişmeler ve kaç yaşındaki insanların tartışmayı bilmeyen tutumlarından daraldık artık...Saygı duyduğumuz sevdiğimiz,çoğumuz yerimizde oturup atıp tutarken bu işe hayatını adamış,kitabını yazmış,peşinde koşup fotoğrafını çekmiş,bizzat elleriyle doğal hayatın korunmasına katkıda bulunmuş hocalarımız bilimsel açıklamalar yaparken kişisel fikirlerle verilen cevaplarla tartışmaya dönen konulardan artık kimse zevk almıyor...

Eğer karşılıklı konuşma yapmak istiyorsak bunu herkesin içinde yapmaya gerek yok...5 kişinin olduğu bir ortamda nasıl iki kişinin hararetli bir tartışmaya girmesi doğru değilse 6500 kişinin işinin,gücünün olduğu bir yerde ikili tartışmaya girmek de bir o kadar yanlış...

Kimseye toplum kuralı,çevre bilinci,vicdan,sevgi falan aşılamaya çalışacak değilim keza haddime de değil...

Ancak doğal hayatı korumak gönül işidir...kendimiz dışındaki canlıların da varlığına saygı duyma işidir...biz faydalanalım diye birileri doğayı sömürürken bireysel olarak doğaya teşekkür etme,minnet duyma yoludur...

Hiç birimiz köpekbalığı yüzgeci çorbası içmediğimiz için ölmeyeceğiz,hiç birimizin orfoz yiyemediğimiz için kolu bacağı eksik kalmayacak,Ne avlanmadığımız için açlıktan ölecek yüzyıldayız ne de avlanmadığımız için kalp ve damar hastası olacağız...Tekele gittiğimizde de Rakı'yı avladığımız hayvana göre vermiyorlar...

Gezegenimiz ölüyor...Ve suçlu ne troller,ne zıpkıncılar,ne scubacılar,ne de fabrika atıkları...

Suçlu birer birer hepimiziz...

Didişmeyi bırakıp sigara izmaritlerini denize atmamaktan başlayabiliriz mesela...
Ya da çöplerimizi teknelerin tepesinde rüzgarda uçup denize gitsin diye bırakmamaktan...
Her olayı,kilometrelerce yol yapıp emek harcayıp bize aktarmaya çalışan gazetecilerle didişmemekten...
Çevre koruma projelerine kulp bulmamaktan...

Sorunları ikili üçlü tartışırken düşünmek vakit kaybıdır...önce düşünüp sonra çözüm üretip çözümler üzerinde tartışmak sanırım hepimiz için daha öğretici ve keyifli olabilir...

Ve bütün bunların yanında Orfoz bilse yıllardır bu kadar tartışmaya neden olduğunu biz susalım diye kendi kendine tüketirdi zaten neslini...Çünkü İnsan hariç bütün canlılar böyledir...Biz yük taşıyalım diye dizlerinin üstüne çöküp beklerler,biz yiyelim diye oltaya gelirler,biz vuralım diye orda beklerler,biz çocuğumuzu eğlendirelim diye tutsak olurlar,uçup kaçmasın diye kanatlarındaki tüyler yolunur,tırmalamasın diye tırnakları çekilir,zıplasın diye aç bırakılır,yüzgeci kesilip denize atılır,dişleri kesilip fildişi süsler yapılır,taşlara vurularak öldürülür temizlenir artık ne yapılıyorsa yapılır,annesinden hala süt emerken ağzına çimen değimeden kesilip süt kuzusu diye pişirilip servis yapılır sofralara gelir...Biz de sanarız ki İnsanız ya(!) biz çok güçlüyüz,çok yetenekliyiz,üstün varlığız...
Oysaki doğa insanı göz açıp kapayıncaya kadar yok etme gücüne sahip çok kızdırmamak lazım ki bence haddimizi son derece aştık...Ama tabi herkes bizim için seferber olmuşken bence Tüm suç Orfozun...

iç ses 2

Allah'a dönüp benim büyük bir derdim var deme.Derdine dönüp benim herşeye kadir büyük bir Allah'ım var de...

canımızı sıkan her şeyin bir çözümü var...
biz nerede olduğunu bilmesekte...
ve adım adım ilerliyor herşey...
ne bir gün önce ne bir gün sonra...
en büyük sandığımız sıkıntının bile daha büyüğü var...

ben çok hoş hatalar yaptım...
iç sesime aldırmadım büyüklük tasladım ve payımı aldım...
şimdi hepsinin sıkıntısını çekerken anlamsız bir huzur var içimde...
çünkü biliyorum ki alınan yanlış kararlar sıkıntı getirir 
ve yanlışını farkettiğinde öğrenmeye başlarsın...
yine biliyorum ki sevgi ve iyi niyet uğruna yapılan hatalar affedilir çaresi bulunur...

ne kimseyi suçluyorum bunlar için ne de kimseye kızıyorum...
eskiden olsa kızardım ama şimdi her şeyin benimle alakalı olduğunu ve kendi eylemlerimden sorumlu olduğumu biliyorum...
İnsanları hataları için cezanlandırmamız ve kısasa kısas yapmak bizim görevimiz olmasını bırakın 
haddimiz değil...
bir gün "aaa pardon sen zaten buna şunu yaptığın için o seni cezalandırmış o halde biz hiç ellemeyelim siz kendi aranızda halletmişsiniz..." demeyecekler...
tamamen bir bir eylemlerimiz tartılacak...
cezalandırılmaktan korkmak mı?
cennet cehennem ayrımı  mı?
benim de başıma gelebilir mi?

bence sadece farkındalık ve vicdan...
yüreğimizde bizimle konuşan birileri var...
seslerini duyamasam da kendisini hissediyorum...
ve iki göğsümüzün arasında bizimle konuşuyorlar...
doğruyu ve yanlışı söylüyorlar...
kimiz vicdan,kimimiz kalp ağrısı,kimimiz iç sıkıntısı kimimiz de iç ses diyoruz...
aslında hepsi kafamıza düşecek kocaman kayadan önce atılan minik uyarı taşları kapısına açılıyor...

ne mi öğrendim?
iç sesimi dinlemeyi...
minik taşları görmeyi...
ve inanın sıkıntının arasındaki huzur bu! öğrenmek,keşfetmek,sınavı geçebilmek için bir beceri edinmek...
pahabiçilemez...

9 Kasım 2012 Cuma

Öz

Çoook özlüyorum desem üsüne alınacak insanlar var...
baştan söyleyeyim... bu sefer çooook farklı bir şeyi özlüyorum...
bir insanı bile özlediğimden emin değilim...
sarılıp uyumayı özlediğimi düşündüm yıllarca...
ya da ne biliyim kafamı omzuna koymayı falan...
şimdilerde farkettim ki gerçek sevgiyi özlüyormuşum o kadar zamandır...
egoyla,geometrik şekillerle,sahiplenmeyle yoğurulmuş sözde ihtiyaç giderimini değil...
yıllardır göremediğim ama hep eksikliğini duyduğum saf sevgiyi...
güzel şey artık en azından neyi özlediğini bilmek...

6 Kasım 2012 Salı

Ev2

Evi hissetmeyi hakedecek kadar iyi ve sevgi dolu olabiliyor muyuz?
miniminnacık hataların bizi nelerden uzaklaştırabileceğini düşündükçe hata yapmak zor geliyor insana...
hata dediğim öyle "yok artık" denecek şeyler de değil...
insan olmayla özdeşleşmiş sinir,ego ve stresin dışavurumu...
olmaması gereken ama yıllarca olmuş şeylerle mücadele etmek zor gelebiliyor 
çünkü kendinizi af dilerken bulmak istemiyorsunuz...
af dilemek zor geldiğinden değil...affedilmeme ihtimalinizden korkmaktan 
ışığı hissetmek o kadar güzel ki bildiğiniz hiç bir sevgiye benzemiyor...
sevmek için hep bir kavram karmaşası yaratırken sadece hissettiğim minicik birşeyi bu kadar özlemek...
bunu yüreğimde hissettiğim andan beri hata yapmamak için çabalıyorum...
yaptığım herhangi bir şeyin bir canlıya zarar verebileceği düşüncesi bile beni deli ediyor...
zaman zaman sinirlenip varlığa saygı duymazken buluyorum kendimi...
elma şekerini kaybetmiş çocuk gibi oluyorum o zaman...
ne bir taştan farkım var,ne denizden,ne topraktan...
hiç kimseden iyi ya da hiçkimseden başarılı değilim,
kimse benden kötü ya da kimse benden çirkin de değil...
seçimleri yapan yüreğimiz olsaydı hepimiz sevgi dolu olurduk...
seçimleri yapan ve tepkileri veren beynim oldukça sonunda kalbim çok acıyor...
gece evime gidebilmek istiyorum...
gündüz işimde başarılı olup gece eve gitmek istiyorum...
ve her şeyin sonunda özlediğim ve doyumsuzluğunu yaşadığım sevgiyle evimden asla ayrılmamak istiyorum...

2 Kasım 2012 Cuma

Ev

Sevginin insana evini hatırlatması ne kadar doğal değil mi?...
Kaybolduğunda seni yoluna döndürebilecek en büyük gücün ailenin sevgisi olması...
Özlediğine tüm yüreğinle sarılıp çok özlemişim demek...
Çok acaip olan benim aslında...Şaşılacak hiç bir şey yok dediğin gibi...
Sevginin insana evini hatırlatması kadar doğal birşey olabilir mi? 
Şimdi pikem üstümde uyuyacağım ve evimde uyanacağım...
Tek istediğim ise hatırlamak birazcık daha...
Bir tutam daha hissetmek...
Gözümü kapatıp uyanmak...




29 Ekim 2012 Pazartesi

yeterince

Durdum köşe başında...
Biri elimden tutsun diye...
Hep ihtiyacımız vardı birilerine ellerimiz boş kalmasın diye...

Yalnızlık güzel şey unutmuşum...
Ne yaparsan yap yalnızsın bu oyunda...
Gece nasıl yalnız kalıp gündüz kalabalığa karışıyorsan aynen öyle işte...
Geçici kalabalıklar yarat istersen kendine ama sadece kandırma kendini...
Eğer yeterince kaptırırsan alır elinden yolundan sapma diye...
Aynı hatayı yeterince yaparsan bir gün çok mutlu olduğunu sanırsın...
İlk defa güzel birşey bitmedi diye huzurla koyarsın kafanı yastığa...
Ama aslında senden ümidin kesildiğinin işaretidir...

Yeterince kolaylaştıysa hayat...
Sen seçimini yapmışsın demektir...

18 Ekim 2012 Perşembe

BİR

Ateş toprak hava olmuş
Yağmur olmuş hayat vermiş sana
Kalbin olmuş ruhun olmuş
Aklın olmuş yol göstermiş sana

Bir ömürlük maceranda
Hikayeni anlat bana
Ne anlam verdin sen buna
Ruhunda neler var senin

Korkma ondan bundan
Ne ölümden ne hayattan
Bu dünyada gördüklerinin
Hepsi bir hepsi haktan

Atalarına malum olmuş
Kitap yazmış anlatmışlar sana
İmam rahip rehber olmuş
Yalan yanlış aktarmışlar sana

Günümüzün dünyasında
Hepsi aynı hepsi ala
İsa Musa Muhammed Buda
Neyin varsa bilmiş senin

İnsanoğlu kendini arar
Dünya döner milim milim
Eğer göçüp gidersen bugün
Yarım kalan işin var senin

Korkma ondan bundan
Ne ölümden ne hayattan
Bu dünyada gördüklerinin
Hepsi bir hepsi haktan

16 Ekim 2012 Salı

Elma

Sevgi ve aşk her şeye duyulmalıdır... Öyle sadece bir nesneye bir canlıya bir insana yöneltilip bırakılmamalıdır...Bu dünyadaki en güzel ve en önemli duyguyu tek birşeye yöneltmek evrensel enerjinin bütününe gereken saygıyı göstermemektir...Hayatta tesadüfler yoktur acılar,üzüntüler ve mutluluklar gidilen yöndeki birer adımdır ve hayatı bütün bunlarla sevmeliyiz...Bütün amaçlara giden tek yol koşulsuz sevgidir...İnsanların size yaptıklarına kin duymak sizi ileri değil geriye götürür,Başınıza gelen her şey yaşamanız gereken ve sizi siz yapandır...Kendinizi sevin çünkü siz işiniz,okuduğunuz okul,hobileriniz ve kıyafetlerinizle değil evrensel enerjinizle var olacak kadar değerli ve seçilmişsiniz...Evrende var olan her enerjinin bir varoluş sebebi var ve bunun farkına varmak sizi sebebe sürekli yaklaştırır...Bütün bunlar size bir tepside sunulsaydı A noktasından B noktasına giden maddesel hayat evrende zerre kadar yer kaplamasına rağmen bu kadar kısa olmazdı değil mi? Mesela soyulmuş ve dilimlenmiş bir elmayı yemek ve bundan duyulan haz ve zamanla soyulmamış bütün bir elmayı yemekten duyulan haz ve zaman asla aynı değildir...Hayal gücünüzü yönetilmekten çıkartın ve algınızı bir adım öteye taşıyın...Böylece evrenin size gönderdiği mesajları alabilir ve kararlarınızı daha sağlam verebilirsiniz... ASLA unutma ki; kısa yoldan gittiğinde yaşaman gereken birsürü şeyi kaçırmış, onların sana katacağı şeylerden mahrum kalmış ve sırf bu sebepten kısa sandığın yolu bir çembere çevirmiş olabilirsin...Bir dakika öncesine kadar kim olduğunun hiç bir önemi yok, tek önemli olan bu andan itibaren hayata kendini hangi enerjiyle adapte etmen gerektiğini bilmendir...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dünya öyle küçükmüş ki hayatlar dağılabilirmiş meğer...

Bütün Aldatılan Kadınlar İçin Bu Sözcükler...


Surat ifadesindeki boşluk ve "işte şimdi sıçtık" ifadesi pahabiçilemezdi...

Ama sonra durdum O'na sarıldım...İçimdeki nefret hepinizeydi...
Sevdiğini söyleyen,ama asla gerçekten sevmeyen...Alışkanlıklar ve gurur uğuruna her sabah uyandığında bizi görmek istediği yalanına bizi inandıran hepinize...

Oysa iki minik dudağın arasındaydı alt üst edilebilecek bir geçmiş ve bembeyaz gelinlikler içinde ümit edilen gelecek...

Oysa ben hayal kırıklıkları nedir bildiğim için kapattım dudaklarımı...

Denk gelinebilecek en yanlış kişiye denk gelmek böyle olsa gerek..
Ve Denk gelinebilecek en doğru kişi...

Yaşadığım onca samimiyetsizliği ve haykırışları yüzüne vurabileceğim biri, benim ki gibi alt üst edilebilecek ve bunu alasıyla hakeden bir hayat... Hiç birşeyden haberi olmayan ve sevgiyle yoğrulan yüreğinde minik bir yusufcuk böceği kanat çırpan...masmavi hayallerle süslü anlatsan inanmaz bir hayat...

Sana değildi acımalarım...Yusufcuk böceğineydi...Kıyamadım yüreğimin bana kıydığı gibi...

Dönüp arkamı gitmek istedim...Gidemedim bile bile yanlış olduğunu...Çünkü sen birilerinin hayallerini bir an'da yıkabilirken ben canını acıtmışken seni bırakamadım...Sarılacak biri,kafanı koyacak bir omuz ararsın diye...

Hepsinden çok hakettin dönülüp gidilmeyi ve dağınıklığınla başbaşa kalmayı...Ama ben küçükkende beceremezdim kıçımı dönüp gitmeyi,küsmeyi,yalnız bırakmayı,umursamamayı...

Bunlar her gece gelecek aklına biliyorsun değil mi???
Hiçbir zaman yetmediği için her seferinde üç tane kullanılan noktalama işaretleri gibi...
Çok gelecek,fazla acıtacak...
O'na Dokunurken gelecek aklına...
En kötüsü de bu ya...
Nefes alıp sen her sen olduğunda gelecek aklına...

Ama üzme kendini...Senin yaşadıklarını başkasına yaşatan biri mutlaka çıkar karşısına...Ve senin yaşattıklarını sana yaşatacak biri...

Geriye ya dağılmış hayaller kalır ya da yalandan devam eden masallar...

Ama hiçbir zaman bitmeyecek bir ortak noktayla...Huzurla uyuyamamak...Gözünü iç sesin susmadan kapatamamak...

8 Mart 2012 Perşembe

Bizim Memlekette Aşk

Bizim memlekette aşk nedir bilir misiniz?

uzaktan uzağadır...
karayemiş ağaçlarının altındadır...
bahçe kapısından bahçe kapısınadır...

Bizim köyde aşk dut pekmezi kokar...
uzaktan hasretini çeker,hemen her an yuregun çarpar...

öyle tatlıdır ki yol kenarındaki minik böğürtlenlere benzer...
sonradan can yakan minicik dikenleri vardır koparırken görmezsin

Bizim memlekette aşk soğuktur...
yağmur sonrası toprak kokusu gibi bakirdir bizim memlekette aşk...

Dalgadadır,sisli dağların en tepesinde,yaylaların sarı çiçeklerindedir...
Kemençenin tellerinde Tuluma üflediğimiz nefestedir...
Oyle apartman boşluklarında değil...


Kolay da deği!!!
Yüreğimiz gibi aşkımız da en KUZEY'dedir.

7 Mart 2012 Çarşamba

İlkel İnsandan Günümüze

Neandertal adamı ya da kısaca Neandertal, günümüzden yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl önce yaşamış insan türü. Homo neanderthalensisdir. Ve bana sorarsanız  Biz o dönemlerde bugün olduğundan çok daha medeniydik. 
Kimilerinin anladığının aksine medeniyet, teknolojiyi geliştirip besin zincirinin en tepesine çıkarak Dünya'nın hakimi olmak değil,binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan evrenselliktir... 

Medeniyetin içine önce düşünce olmak üzere,sanat,bilim ve sonra teknoloji girer ama biz Homo sapiens sapiens yani "modern insan(!)" yani: "düşündüğünün üzerine düşünebilen insan" nedense herşeyi bireyselleştirip bütün kaynakları bencilliği içinde tüketmeye odaklanmış durumda.


Düşündüğümüzün üzerine düşünmeyi bırakın bir kere düşünmüyoruz bile...


İlkel dönemlerde; doğayla bir bütün olarak O'na zarar vermeden ve her ihtiyacımızı onun karşıladığının bilincinde O'na saygı duyarak sadece gerektiği kadarını alırken şimdilerde hep daha falzasını saygısızca tüketiyoruz...


Dünya'da başka hangi canlı zevk için,canı sıkıldı diye ya da diğerinin derisini çok beğendiği için öldürüyor?
Biz evrimin bu aşamasında değilken bile daha  medeniydik...
Sadece temel ihtiyaçlarımız doğrultusunda öldürürdük...

Oysa modern Dünya'da; Jaws eseri olan anlam verilemez köpekbalığı katliamı,çoğu insanın ne vurduğuna dair bir fikri olmadan yaptığı cahilce zıpkıncılık,spor olsun diye geyiklerin canının peşinde koşulan korku filmi gibi bir avcılık ve korktuğu herşeye saldırıp öldüren İNSAN!!!

Ne zamandan beri sadece gösteriş için üzerimize ceset giyer olduk?
Ne zamandan beri yüzgeç çorbası içmeden duramaz olduk?
Neden hep tüketmeye yönelik yaşıyoruz? Gezegen üzerindeki en müthiş canlı ne zamandan beri bir parazite dönüştü???
  


6 Mart 2012 Salı

Bir Kere de ORFOZ için bağıralım

İzmir Ticaret Odası'nın "çılgın yunus projesi"ni duydunuz mu?

  Peki ya
Nesli dünya çapında tehlike altında bulunan iri başlı deniz kaplumbağalarının (Caretta caretta) elde kalan son yaşam alanlarından biri olan Antalya-Çıralı'nın “mesire yeri” adı altında futbol tesislerine dönüştürülmesine izin verildiğini?  Uluslararası sözleşmeler ve yasalar çerçevesinde koruma altına alınan denizel türlerin nesillerinin devam edebilmesi için, popülasyonların yeterli yoğunlukta farklı boyutlardaki bireylerden oluşması gerekir. Bu ancak koruma altındaki türler için önemli olan bölgelerin de koruma altına alınmasıyla gerçekleşebilir.Buna bağlı olarak sadece boyutunu uygun gördüğünüz için avladığınız,yediğiniz,avlamasanız da masanıza getirttiğiniz,yaşam alanını bozduğunuz canlıların aslında neslinin tükenmesine katkıda bulunduğunuzu biliyor muydunuz???

  Bulunduğumuz dönem,yarın çocuklarımıza; Orfoz'u,Mavi Yüzgeçli Akdeniz Orkinos'unu,Kalkan'ı,Mürenleri,Ahtapotları masal gibi kitaplardan anlatacağımız dönemdir...Biz, ekmeğimizi bu işten kazanmayı geçtim Sualtına bu  derece bağlı, bu derece aşık insanlar olarak didişmeye harcadığımız eforun yarısını çok sevdiğimiz Sualtını korumaya harcamayı seçebiliriz..."Ben bunu zaten yapıyorum"lardan sıyrılıp elimizden gelebilecek daha fazlasına odaklanalım ve kurumlarla kişisel sorunlarımıza çıkardığımız sesin yarısını da değer verdiğimiz Sualtı canlılığını korumak ve çocuklarımıza bir deniz bırakabilmek için çıkartalım lütfen
.