HAMSI ON BOARD

26 Ocak 2015 Pazartesi

Herkesin uçabildiği bir gezegende süper kahraman olmak

Küçüklüğümden beri annem,kızım kendini büyüme çağında uyuşturucuya alkole vermesin aman kötü arkadaşlar edinmesin diye beni bir dünya garip kursa gönderdi... Üniversiteye girince böyle bir derdi kalmayan annem taam şimdi naapsarsan yap diyince bana kalan kocaman haftasonları ve gün içindeki 1 saatlik derslerin dışındaki boş vakitler kısa zamanda canımı sıkmaya başlamıştı....
İşte çalışma hayatımın başlangıcı tam da burasıydı... Takdir edersiniz ki böyle başlayan işlerden bir cacık olmamış, çok şey öğrenmeme rağmen herşeyden çok çabuk sıkılır olmuştum...çünkü ne istediğimi bilmememin daha da ötesinde ne istememem gerektiğini de bilmiyordum.
Televizyon,gazete,kazı alanı,cam atölyesi,dalış falan derken bir gün hayatım değişti...

O çok sevdiğim, birsürü insanın aa ne güzel işin var diye özendiği,memlekette de malesef çok afilli duran ama özüne baktığında bir allahın kulunun ne işin var kızım senin bu işlerde? Televizyon burası bu kadar kolay mı? ya da işlet diye mağaza veriyoruz gel önce hesap makinesi kullanmayı öğretelim demediği aslında işim olmayan işlerin(kazı hariç) içinden çıkmış buldum kendimi... 

Azcık kafanız çalışıyorsa her istediğinizi olabilirsiniz bu memlekette...
Sadece maaş konusunu abartmayın yeter...
Hatta maaş istemezseniz genel müdür bile olabilirsiniz...

Neticede bir günde kendimi birilerinin beni işe almadan önce işi öğretmeye çalıştığı bir yerde buldum...

O anda yüzüme tokat gibi çarpan şey aslında bişey bilmediğim ama çoğu insanın da benimle birlikte bişey bilmemesinden kaynaklanan "sen becerirsin bu işi, bak ne de güzel beceriyorsun " mantığıydı...

Bunu neden anlatıyorum...

İşe başladığımda (ankara sosyetesi?!) dayılarımla oturmaktayız...bütün kuzenlerim afilli ilaç firmalarında afilli işler yapmakta yapmayanlarında kendi işleri ya da çok şekil meslekleri var... Dayım dönüp "sen ne iş yapıyorsun ya para falan kazanıyor musun?"dedi
"İthalatçı bir firmada pazarlamacıyım" dedim...baya ilgilerini çeken bu iş tanımının altı kazılınca, dayı işte kedi köpek oyuncağı satıyorum...diyiverdim...
Sanki az önce konuşmuyormuşuz gibi konu kapanıp kuzenlerimle başka konuşmalara geçti..

İlk defa bu duruma düşmekten(hangi durumsa?!) sıkılmayıp Arkadaş benim işim Kedi Köpek...kediyle köpekle uğraşıyorum işte...gibi cevaplar vermeye başladım insanlara... Ve farkettim ki işi iş yapan tanımı,etiketi,markası değil...işi iş yapan benim...ben ne hayal ediyorsam o benim işim...

Bence mutluluğun sırrı burda...herkesin kendi içinde kendine göre hayal ettiklerinde...elini attığında yerini değiştirdiklerinde ve hayal ettiğini önünde görmekte...

Birini, bişeyi,ofisi,ürünü,güneşli havayı sevmekte değil...önce kendini sevmekte...hepimizin neredeyse her dakika ortaya çıkan egolarını bir kenara koyup, kafasını aldırıp "beeeeen buyummmmmm, bir markaya, ,bir etikete ,bu toplum tarafından bebekliğimden beri beynime kazınan hiçbişeye ait değilim!!! Ben sadece benim" diyebilmesinde...

Her sabah fırına girip sevgiyle ekmek yapan fırıncının ekmeğini yiyen yüzlerce insan bu sabahki anlamsız keyfini her ne kadar yediği ekmeğe bağlamasada fırıncı ertesi sabah da ekmek yapmaya devam ediyor...

Yaptığımız işin büyüklüğü ya da yarattığı etki bizim onu nasıl hayal ettiğimizle doğru orantılı...bişeyleri değiştirmek istiyorsan işe kendinden başla diye boşuna dememişler...

Mutlu olmanın sırrı mı? Bende değişmesi gereken şeyler olduğunu kabullenmekte...ve kendimi değişmesi gereken saçma sapan milyonlarca hatamla sevip hatta hatalarımı da sevip "bu güne kadar çok burnumu sürttünüz ve muhtemelen ömrümün sonuna kadar da sürteceksiniz,sayenizde çook şeyler öğreniyorum ama bir kısmınız için yollarımız şimdi burda ayrılıyor"diyip değişimi hayal etmekte...

Ailelerimiz için "ah benim canım kızım" "vay benim yakışıklı oğlum" "bak amcası ne de yetenekli" "höy löy löy" falan olabiliriz ama bunları bir kenara koyup hiçbişey olmamayı, hepimizin aslında çok özel olduğunu bunun da aslında bizi biraraya geldiğimizde sıradanlaştırdığını...kimsenin kimseden,muhtemelen de hiç bir işin hiç bir işten farklı olmadığını anladığımız an asıl mutluluğu bulacağız...

Ben hala anlayamadım, daha doğrusu teoride tamamız da pratikte sindiremedim...
Ama çalışıyorum...egolarımı bir kenara koymayı hatırlamak için uğraşıyorum... Herkesin uçabildiği ya da x ışınlarıyla demiri eritebildiği bir dünyada süper kahraman olmak ne işe yarar diye sorarsanız...Hangi bölümde kimin Dünyayı kurtaracağı hiç belli olmaz...

17 Mart 2014 Pazartesi

Nedir ne değildir?

Şükretmekten can sıkmaya vakit bulamadığım ütopik bir dünya yaratmaya çalışıyor olabilirim...
Optimistliğe çabalamak kendi canımı sıkıyor mu? yoksa "gerçek olmak için çok iyi" gibi bir kavramı kendim mi yarattım?
Problemlerimle ilgili yakınamam çünkü başıma gelmesini istemeyeceğim çok daha büyük problemler var ,
"Dağına göre kar" mantığından yola çıkarak üzülebilmek hakkım mı? Bunu da bilmiyorum...
Ya da birşeylerde sürekli hak mı aramak lazım?
Herşeye sevinmek gerçekse üzülmek neden var?
Peki "yalan dünya" dediğimiz şeyde birşeylere üzülmek ne kadar mantıklı?
Moralimizi bozmak için sebepler ararken mi öğrendik kendimize acımayı?
Yoksa gerçekten acınacak halde olduğumuz durumlar mı var?
Bunların hiç birini düşünmeyip "bu böyle" yi kabul ettiğimizde vurdumduymaz mı oluyoruz?
Yoksa gerçekçi mi?
Çocukken sorumluluk almamız için çabalandığından dolayı mı sürekli sorumsuz hissediyoruz?
Sorumsuz olduğumuzdan mı sorumluluk yükleniyor yoksa bu bir gelenek mi?
Gelenekler toplum olarak yaşayabilmemiz için koyulan kurallarsa toplum olarak yaşamamız gerektiğini ve bir de bunun için kurallara ihtiyacımız olduğunu kim düşündü?
Deliler böyle mi deli oluyor aceba?
Ya da anarşist mi deniyor deli denilemeyecek kadar görsel,kültürel ve siyasalımsı bütünlük sağlayanlara?
Bir ağaca sarılıp "kesmeyin!" Dediğiniz için deli olabilirsiniz...
Sözde dayatılan toplum etik kurallarına uymadığınız için ahlaksız da olabilirsiniz...
Ucu başı belli olmayan,hukuksal anlamda bir boşluğun içindeki saçma sapan bir kanuna "bu ne böyle be!" Dediğiniz için anarşist...
Oturup saatlerce bir sokak kedisine kartondan ev yaptığınız için "ayy çok yalnız herhalde" de olabilirsiniz...
Ama işin özünde her seferinde birileri için kesin delisiniz...
Birileri için çok iyi,kimi için insan,kimileri için de işsiz güçsüz...ya da çapulcu...

Bizi sıfatlar bu hale getirdi...
Kırmızı elmaya mor çilek dense de anlarız anlamak istedikten sonra birbirimizi...
Ama biz nedense kırmızının tonuna,elmanın cinsine kadar tartışmak isteriz...

İlk okuldan beri...
Kırmızı elma...Ali'nin kalemi...Ömer süt iç!!!

18 Şubat 2014 Salı

...

Herşey kötüye giderken aslında iyiye gitmesi ne enteresan bir süreç...
Bakıyorum şimdi, 
Yaklaşık iki sene önce çok daha mutlu olduğumu düşündüğüm sorunsuz bir hayatımın içinde kendime boş sorunlar ve iç sıkıntıları yaratmakta üstüme yoktu...
Şimdi gerçek sorunların ve her gün dahada beterleşen ve üst üste gelen problemlerin içinde şükrederek ilerlemeye çalışıyorum... Çok daha mutlu olmam enteresan bir durum sadece...artık gerçekten elle tutulur sorunlar var...

Sanırım bu bir güç gösterisi, ya da umursamazlık değil...
Verdiklerine ve vermediklerine şükretmek... Problem değil çözüm odaklı olmak...

Ya da sadece Allah büyüktür demek...
Ki tartışmasız büyüktür :))

20 Ocak 2014 Pazartesi

14 Ocak 2014 Salı

Çizgileri Aşın!

Neden sürekli birşeyleri kalıba sokmaya çalışıp sadece yaşadığımız hayattan zevk almaya bakmayız ki?
Çok mu cesur olmak gerekir sevmediğimiz işi bırakıp yeni bir işe başlamak ya da ne bileyim sıkıldığımız şehirden gitmek,hoşlanmadığımız insanları hayatımızdan çıkarmak için?
Yoksa deli mi olmak gerekir?
Her gün milyonlarca sevmediğimiz şey yapmak zorunda kalırken trafiğin olmadığı bir kumsala taşınmak neden herkesin emeklilik hayalidir?
Yüzyıllardır başkalarının kurduğu hayatları yaşamaktan bunalmadık mı yoksa bu hayatı kendimizin kurduğunu mu düşünüyoruz?
Hayal etmeyi,şekillendirmeyi,kendi hayatımızı kendimiz çizmeyi denemek mi istemiyoruz yoksa halihazırda yaşanmış bir hayat güvenli mi geliyor?

Cesur ya da deli insanlar vardır... Hayatlarını kendileri yaratır, ve her an yaratmaya devam ederler...
İstanbul'dan Timbuktu'ya taşınmalarına gerek bile kalmadan...
Çünkü düşüncelerimiz hayatlarımıza yön verir, hayatın mucizelerini görmeyi başaracak kadar deliyseniz kendi hayatınızı yaratacak kadar cesursunuz demektir...ve belkide hiç bir an sandığımız kadar sıkıcı değildir...sadece bizim için olan mucizeyi yakalayabilir miyiz?

Daha yumurtayken tavuk kümesine karışmış bir ördek gibi hissetmeyi bırakıp suya girme zamanı...

Bir gün hepimizin bu derece deli olması dileğiyle...
Başımızagelen en güzel şeylere...

22 Aralık 2013 Pazar

aralık mesajları



Her köşebaşında bir mesaj... Okumayı bilene,hayat çok şahane yazılmış bir kitap gibi...

3 Ekim 2013 Perşembe

2013 yazı ey gidi

Siyahlar ülkesinde beyaz başkan olucam diye mi bekliyorsun? Kaplan yicek,fil basıcak bi şekilde telef olup gidiceksin yani...